29. yıllık Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP29), 11-22 Kasım tarihleri arasında Azerbaycan Cumhuriyeti’nin başkenti Bakü kentinde düzenlenecek. Bu konferans, özellikle Paris iklim anlaşmasının Aralık 2015’teki toplantısında (COP21) imzalanmasından sonra, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve küresel sıcaklığındaki artışın 2 derecenin altında sınırlandırılması ciddi amacı olan bir takım konferansın devamı niteliğindedir. Santigratın önceki seviyeye göre endüstirileşmeyi ve bu artışı 1,5 santigrat derece ile sınırlama çabalarını takip ediyorlar. Gelişmiş ülkelerin kalkınmakta olan, yoksul ve kırılgan ülkelere iklim değişikliğiyle mücadelede parasal destek sağlamaları ve olağanüstü hava etkilerinin sonuçlarına uyum sağlamaları da bu konferansların diğer hedefleri arasında yer alıyor. Küresel çevre kirliliğiyle mücadeleye odaklanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı 2023’te Dubai’de düzenlendi ve 2025’te Brezilya’da yapılacaktır.
Bu konferansın mali endişelerinden etkilenen 29. BM İklim Değişikliği Konferansı’na Bakü’nün ev sahipliği yapması, dünyada çevre ve insan haklarını savunan teşkilatlar, gruplar ve bağımsız aktivistlerin olumsuz tepkileriyle karşılaştı. Onların bakış açısına göre, bir takım etkenler ve hukuki ve teknik değişkenler, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin BM İklim Değişikliği Konferansına ev sahipliği yapmak için uygun bir seçenek olmadığını doğruluyor.
Bu konuda yedi hususu aşağıdaki gibi ileri sürmek mümkündür:
Birincisi: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, uluslararası çevre hukukunun temel bildirgeleri ve belgelerinden, yani Stockholm Bildirgesi (1972) ve Rio Bildirgesi’nden (1992) elde edilen, global çevre hukukunun en önemli imtiyazarından biridir. dünyanın çevresel meseleleri ve ülkelerin katılımının gerekliliği bunlarla yüzleşmektedir. Rio Deklarasyonu’nun kabul edilmesinden sonra bu toplantıların yapılmasıyla alakalı prosedür, çevre kirliliği ile mücadelede öncü rol oynayan ve bu konuda etkin milli başarılara sahip olan ülkelerin konferansın ev sahibi olarak seçilmesi temeline dayanmaktadır.
Bunun sebebi Azerbaycan Cumhuriyeti’nin çevre koruma konusunda kötü bir geçmişe sahip olmasıdır. Bu konuda 4 örnek verilebilir:
- Uluslararası teşkilatlara göre Azerbaycan Cumhuriyeti, petrolün rastgele çıkarılması, Sovyet döneminden kalma yok olmuş petrol platformlarına sahip olması ve çevre standartlarının uygulanmaması nedeniyle Hazar Denizi’ndeki petrol kirliliğinde en fazla rolü oynamaktadır. Hazar Denizi’ndeki su akışının şekli sebebiyle Bakü’den petrol çıkarımı sırasında petrol kirliliği denize akarsa bu kirlilik tabii olarak İran sahillerine da ulaşacaktır. Bakü’nün standart dışı petrol aktivitesinin etkisiyle her yıl binlerce ton petrol Hazar Denizi’ne akıyor, bu da “birkaç kilometrelik noktalar” meydana gelmesine ve bunların İran kıyılarına doğru hareket etmesine ve buralarda petrol kirliliğine neden oluyor. Ancak Bakü, “kirleten üstlenir temeli”nin bağlayıcı kanuni zorunluluğu kapsamında İran kıyılarındaki petrol kirliliği nedeniyle meydana gelen zararları ödemeyi reddediyor. İran, Hazar Denizi’nin bu denizde petrol çıkarımı olmayan tek sahil ülkesidir. Bakü’nün global petrol çıkarma standartlarına uymaması nedeniyle ülke, aralarında BP’nin de bulunduğu, ana önceliği kâr olan petrol güçleri için bir cennet haline geldi. Bu mesele, Hazar Denizi’nde, bu denizin 400 yerli hayvan türünün zarara uğraması, binlerce deniz fokunun topluca ölümü ve bunların üçte birine indirgenmesi, Sardalya ve Girasol 1 örneklerine değinebiliriz, balıkların neslinin tükenmesi riski de içine alan başka çevre sorunlarına de neden olmuştur.
- Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Gede Bey vilayetinin Suyodlo köyünde, siyanür ve asidik akıntısı sebebiyle kanserin yayılması ve yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi, tarım ürünlerinin zarara uğraması ve arıların kaybı dahil olmak üzere çevre sorunları ve altın madeninin atık deposundan çıkan zehirli maddeler, diğer çevre sorunları örnekleri gibi, sadece Bakü makamlarının sorumluluğuyla karşılanmadı; aksine, Haziran 2023’te köylülerin bu maden için ikinci bir rezervuar inşasına karşı protestoları, isyan karşıtı kuvvetlerin sevk edilmesine ve yerli halkın ve gazetecilerin şiddetle bastırılmasına yol açtı. Aliyev ailesine ve İngiliz-Amerikan şirketi “Anglo-ASEAN Madencilik” şirketine ait olan bu madenin faaliyetini atık sızıntısı olduğuna inanarak protesto eden insanlar, “maden atık deposu”ndan Şemkir nehrine kadar Şemkir, Tovuz ve Gence şehirlerinde yıkıma ve çevreye zarar verecektir.
- Rio Bildirgesi’nin zamanında bildirim ilkesini de içine alan ilkelerinin aksine, Azerbaycan Cumhuriyeti, Hazar Denizi’ndeki nükleer atıkların ortadan kaldırılmasına ilişkin araştırmasını henüz yayınlamamıştır. 5 Haziran 1999’da Bakü’de yayınlanan Yeni Eqazan ve Ekspres gazeteleri şok edici bir haberle Bakü hükümetinin nükleer atıkları konteyner başına 260 bin dolar mukabilinde Hazar Denizi yatağına gömeceğini açıkladılar. Bu nükleer atıklar Ukrayna’dan gemiyle Gürcistan’a, oradan da trenle Azerbaycan Cumhuriyeti’ne taşınıyordu.
- Kanalizasyon altyapısına yatırım yapılmaması nedeniyle, her yıl nüfusun yoğun olduğu Bakü ve Sumgait şehirlerinden milyonlarca ton arıtılamamış kentsel, evsel ve endüstriyel atık su Hazar Denizi’ne ve Nahçıvan’dan Aras Nehri’ne akmaktadır. Bu denizin ekosisteminin tehlikeye girmesinde büyük rol oynayanlar hala açığa çıkmamıştır.
İkincisi: BM’in yıllık iklim değişikliği konferansları sadece “çevre hakları” ile ilgili değil, aynı zamanda “insan hakları” ve “çevresel insan hakları” ile de ilgilidir. Azerbaycan Cumhuriyeti sadece global çevre hukuku ilkelerini ayaklar altına almakla kalmazken, aynı zamanda insan hakları konusunda da oldukça olumsuz bir geçmişe sahip. Bu ülke nüfusunun yüzde 80’ini meydana getiren Şii Müslümanların hakları, baskı ya da adil olmayan yasalar yoluyla sistematik olarak çiğneniyor ve bu ülkede dini eğilimleri nedeniyle 5 binin üzerinde siyasi tutuklu bulunuyor. Raporlarda insan haklarını savunan uluslararası teşkilatlara da yer verildi. Aynı zamanda bu ülkede Talşanlar, Tatlar, Udiler, Avarlar, İngilizler ve Kürtler de dahil olmak üzere pek çok ırksal, dilsel ve milli azınlığın kültürel, dilsel, dini, ekonomik ve “etkili katılım hakkı” hakları çiğneniyor.
Üçüncüsü: Geçmiş tecrübeler, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin uluslararası konferansları bir araç olarak gördüğünü ve kamuoyunu bu ülkedeki temel insan hakları ihlallerinden uzaklaştırmak için bir bahane olarak kullandığını gözler önüne seriyor. Son 20 yıldır Bakü, Formula Bir 2 uluslararası yarışmaları ve Eurovision Müzik Yarışmaları düzenleyerek dünya kamuoyunu bu ülkedeki başörtüsü hareketinin bastırılmasından ve toplumsal protestolardan uzaklaştırmaya çalıştı. Şu anda Azerbaycan Cumhuriyeti, (COP29)’u, başta Batı dünyası olmak üzere dünya kamuoyunu Karabağ özerk bölgesinin “etnik temizliğinden” uzaklaştırmak için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. 19 Eylül 2023’te Azerbaycan Cumhuriyeti Karabağ’a saldırarak 2020 Moskova ateşkes anlaşmasını ihlal ederek 120 binden fazla yerli Ermeninin bu bölgeden toplu olarak sınır dışı edilmesine ve zorunlu göçüne neden olmuştur, onların mülkiyet, tarihi, kültürel ve dini haklarını ihlal etmiştir. Yüzlerce kişinin ölümü, yaralanması ve kaybolmasıyla sonuçlanan bu aşırıya kaçan saldırı, Bakü’nün petrol imtiyazları nedeniyle Batılı hükümetlerin çoğunun sessizliğini beraberinde getirse de, Uluslararası Ceza Mahkemesi avukatları bunu bir ırksal temizlik örneği olarak yorumladı ve bir savaş suçu şeklinde değerlendirdi. Bakü, (COP29) etkinliğini kullanarak yaklaşık seksen bin kişiye ev sahipliği yaparak ve barışçıl adım atarak, dünya kamuoyunu bu ırksal temizlikten uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle Karabağ’dan sınır dışı edilen Ermenilerin tarihi ve dini haklarının yok edildiği haberiyle eş zamanlı olarak Azerbaycan Cumhurbaşkanı, Karabağ ve çevresini “yeşil enerji” alanları olarak ilan etti ve bu alanların 2050 yılına dek sıfır karbon dioksit emisyonlu bölgeler haline geleceğini mi vaat etti?! Bu tür tutumlar, Bakü’nün, Karabağ üzerindeki denetimine ve hatta Ermeni topraklarının bir kısmını işgal etmesine rağmen Ermenistan’ın toprak bütünlüğünü resmen tanımaya meyilli olmadığı bir ortamda yapılıyor. Öyle ki Astana’da (COP29) Azerbaycan Cumhurbaşkanı, Ermenistan’la barış antlaşması imzalamayı reddederek, bu ülkenin anayasasının değiştirilmesi de dahil olmak üzere yeni şartlar önerdi ve Ermenistan Cumhuriyeti’ni sahte “Batı Azerbaycan” ünvanıyla adlandırdı. Bu da toprak iddiası anlamına gelmektedir ve Bakü’nün tükenmek bilmeyen resmiliği tüm Ermenistan’a karşı olduğu ortaya çıkıyor.
Dördüncüsü: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin çevreyle ilgili fiilleri temel olarak ortaya çıkarma niteliğindedir veya Stockholm ve Rio bildirgelerindeki çevre ilkelerinin dışında amaçlar gütmektedir; Bakü’nün çevresel hareketi de bunu gözler önüne seriyor. Son bir yıldır Azerbaycan Cumhuriyeti yetkilileri Hazar Denizi’ndeki suların azalmasından duydukları kaygıyı dile getirdi ve İlham Aliyev, Putin’in Ağustos 2024’te Bakü’yü ziyareti sırasında kendisine bu denizin sahiline yakın kayaları göstermişti. Yüksek buharlaşma ve sapmalar nedeniyle suyun azalmasından etkilenen Volga Nehri boyunca sulama amacıyla oluşturulmuştur. Ancak çok geçmeden Bakü’nün Hazar Denizi suyunun azalması konusundaki kaygısının temel nedeninin, yıpranmış petrol ve gaz çıkarma tesisleri üzerindeki olumsuz etkisi olduğu ortaya çıktı. Çevre Bakanlığı Ulusal Meteoroloji Dairesi Başkanı Nazım Mahmudov, Reuters’e yaptığı açıklamada; Hazar Denizi’ndeki su seviyesindeki düşüşün, başta offshore petrol ve gaz operasyonları olmak üzere ekonomik sektörler üzerinde olumsuz etki yaptığını söyledi. Ayrıca İran, Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki sınır, ortak ve uluslararası nehir olan Aras Nehri’nin suyunun, Türkiye’nin örf ve adet kurallarına riayet etmeden baraj inşa etmesi nedeniyle yaklaşık %50 oranında azaldığı ileri sürüldü. Bakü aynı zamanda “Karakurt Barajı”nın su alımından da kaçındı; ancak Ankara, yan nehirlerin suyunu Aras Nehri’ne yönlendirdi ve bu, İran’da bu nehrin kullanıcıları için insan hakları ve çevresel sonuçlar doğurdu.
Beşincisi: Her yıl, BM İklim Değişikliği Konferansı, dünyadaki çevre aktivistlerinin, konferansla aynı anda çevresel kaygıları dile getirmeleri ve gelişmiş ülkelerin toprak kirliliği konusundaki adımlarına karşı protestoları dile getirmeleri için bir fırsattır. Bu, Bakü hükümetinin herhangi bir muhalefet kapasitesinin bulunmadığı ve her türlü protestonun ciddi şekilde bastırıldığı dikkat çekicidir. Bakü, 2024 yılını “Yeşil Bir Dünya için Dayanışma Yılı” ilan ederek ve COP29 başvuru sahipleri için elektronik vize verme sistemini başlatarak kendisini protestocular için bile uygun bir ev sahibi olarak göstermeye çalışıyor, ancak önceki konferanslardan protestocuların bir listesinin hazırlanması Dubai ve Bonn’daki olaylar, Bakü’nün bu konferansta protestocu çevre aktivistlerinin varlığını engellemeye veya sınırlamaya çalıştığını gösteriyor.
Altıncısı: Son üç yılda Bakü, komşusu (Ermenistan) üzerindeki toprak iddialarıyla eş zamanlı olarak İngiltere ve Türkiye’nin güney Ermenistan’ın parçalanması yoluyla “Türk dünyası” olarak bilinen dünyayı birbirine kenetleme isteğini yerine getirmek amacıyla, Ermenistan’ın güney sınırlarına doğru başladığı topraklarda “Zengezur” olarak bilinen sözde koridoru inşa etti. Irksal, siyasi ve güvenlik sorunlarının yanı sıra bu koridor bölgedeki en büyük çevre felaketlerinden birine de neden oldu. Bakü’nün bu koridoru açma konusundaki telaşı, kapsamlı teknik çalışmaların yapılmaması ve buna çevresel etkinin bırakılmaması, Hırkani ormanlarının bir kısmına, hayvan çeşidinin doğal yaşam alanlarına, sudaki yaşam bölgelerine ciddi zararlar vermiş ve halkın mülkiyet haklarını ihlal etmiştir ve bu toprakların sahipleri olmuştur. COP29’a Bakü’nün ev sahipliği yapması, aynı zamanda bu sözde koridorun inşasına giden yolda çevre felaketinin devam etmesi ve bu konunun Azerbaycan Cumhuriyeti’nde medyada yer almasının yasaklanması, uluslararası çevre hakları bakımından da acı bir olaydır.
Yedincisi: Sözü edilen hukuki nedenlerin yanı sıra, Azerbaycan Cumhuriyeti teknik olarak BM İklim Değişikliği Konferansına layık bir ev sahibi değildir. Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet İstatistik Komitesi’nin raporuna göre 2022 yılında Bakü ve Abşeron Yarımadası’ndaki otel ve hotellerdeki yatak sayısı 24 bin 696 oldu. 2022’den sonra kapsamlı yeni altyapının olmayışı göz önüne alındığında, Bakü’nün, Sporcular Köyü’nün tesisleri de dahil olmak üzere, COP29 sırasında 80 bin kişiyi nasıl ev sahibi olup olmayacağı henüz belli değil. Tabi ki katılımcıların katılım günleri sınırlı ve aşamalı olmadığı sürece! Dünyanın bazı büyük başkentlerinden Bakü’ye doğrudan uçuşların olmaması, çevre alanında faaliyet gösteren büyük şirket ve start-up’ların çoğunun Bakü’de bulunma konusundaki isteksizliği, Teknik ve altyapısal zaafiyetler ve Trump’ın Paris Anlaşması’nın geleceği üzerindeki olası etkinliğine etkilerinin yarattığı ortam sebebiyle Bakü’deki COP29 konferansına gölge düşüren diğer konular arasında yer alıyor.
Gerçek şu ki, Birleşmiş Milletler ve ona bağlı yapıların finansman sağlamada yaşadığı mesele, Şart’ı ihlal konusunda açık kayıtlara sahip olan ve insan hakları açısından olumsuz kayıtlara sahip olan bazı ülkelerin, petrol gelirlerinden yoksun bırakılmak yerine, bu gelirlerden para harcamaya çalışmasına neden olmuştur, halkın bu tür konferanslara ev sahipliği yapması olumlu bir imaj sergiliyor. COP29 konferansının Bakü’de düzenlenmesi bir tür amaç ihlalidir, uluslararası çevre hukukunun amaç ve hedeflerini geçersizleştirilmesi ve Brezilya’da yapılacak bir sonraki zirveyi zayıflatmaktır. Bu olay bir bakıma BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un Haziran 2016’da Suudi koalisyonunun Yemen’deki saldırısı sırasında Suudi Arabistan’ın finansmandaki rolü nedeniyle bunu açığa çıkarma davranışını hatırlatıyor. BM, “Zor ve acı verici bir tutumla” adını BM’nin çocuklarla alakalı kara listesinden çıkarmak zorunda kaldı.
Sözü edilen olayların hepsi, hukuki bakımdan Bakü’nün BM iklim değişikliği konferansına layık bir ev sahibi olmadığını gözler önüne seriyor.
*Dr. Ahmed Kazemi; Üniversitede Uluslararası Hukuk Profesörü
Leave A Comment