19 Eylül 2023 tarihinde 3’üncü Karabağ Savaşının vuku bulması üzerine yaklaşık 140 bin Ermeni’nin (20 bin Ermenistanlı ve yaklaşık 120 bin Karabağlı) Karabağ’dan kaçmalarından yaklaşık 3 ay geçtiğini gözönüne alarak bu konuyu hukuki açıdan ele alabiliriz.

Ermenilerin Karabağ’dan kaçmaları (Artsakh); Laçin Koridoru’nun 9 ay boyunca kapanması, Karabağ’da sivil nüfusun kıtlıkla karşı karşıya bırakılmaları, 3’üncü Karabağ savaşı ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nden yakıtın intikal ettirildiği Hankendi-Esgeran güzergahında yer alan benzin istasyonunda meydana gelen patlamadan kaynaklanan korku ve dehşet ortamında gerçekleşti. Tabi bu olayın arka planında, Bakü yönetiminin Azerbaycan Cumhuriyeti’ndeki tüm azınlıklara karşı 30 yıllık sistematik nefret politikası uyguladığı yer almaktadır. Bu yüzden Ermenilerin Karabağ’dan kaçmaya zorlanmaları, barış döneminde uluslararası hukuk açısından insanlığa karşı cinayet ve soykırım örneği ve savaş döneminde ise Uluslararası Ceza Mahkemesi gereğince (2002 tarihli Roma Bildirgesi) savaş suçu örneği olan korku, dehşet yaratmak, nefret uyandıran ve katliam ve tecavüzde bulunmakla “etnik temizlik” hedefiyle “zorunlu yer değiştirme” örneği sayıllır.

Azerbaycan Cumhuriyetinin ileri sürdüğü tüm iddialarının aksine Karabağ Ermenileri Yunanlı ünlü tarihçi Strabon’un de belirttiği üzere “Archistina” bölgesi ve İslami devrin başlarında “Kafkasya Ermenileri”nin bir parçası olan çok eski zamanlarda antik dönemde yaşıyorlardı ve tarih boyunca Kafkasya’da geçici bazı geniş yer değiştirmelere rağmen o bölgenin yerli halkı sayılıyorlardı. Tabi bu konu İslam döneminin tarihi kitaplarında yaklaşık bin yıldan beri gerekçeli olarak belirtilmiştir. Buna göre uluslararası hukuk açısından Karabağ Ermenileri sırf azınlık olarak değil de Karabağ’ın “yerli halkı” sayılırlardı.

Hukuki açıdan bakıldığında, Bakü hükümetinin propaganda makinesi ülkeyi Ermenilerin Karabağ’dan “zorunlu yer değiştirme”nin inkar edilmesi yoluyla ve 1922 ila 1994 yılları arasında Ermeni ayrılıkçıların illegal girişimlerin hatırlatılması yoluyla “zorunlu yer değiştirme” cinayeti ve “etnik temizlik” suçunu işlemekten temize çıkarmaya çalıştığı bir dönemde, Karabağ Ermenilerinin Bakü yönetimince “özel kast” ile “etnik temizlik” suçunun maddi ve manevi unsurları açık bir şekilde görülmektedir. Uluslararası insan hakları ve insan severlik açısından ilk Karabağ savaşında Ermeni ayrılıkçıların şiddet içerikli girişimleri ve cinayetleri, Bakü yönetiminin mevcut etnik temizlik ve kültürel soykırım siyasetlerini meşrulaştırmak için gerekçe sayılamaz, üstelik bu iki yaklaşım ise hukuki açıdan kınanmaya mahkümdür ve hukuki ve cezai kovuşturmaya tabi tutulmalıdır.

Bakü yönetimi Hankendi’deki bir bölgede (Stepankert) “Ermenilerin göstermelik ve sınırlı bir şekilde iskanı” planında yenilgiye uğraması ardından Karabağ’da etnik temizlik gerçeğini inkar etmeye çalışıyor, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Karabağ Ermenilerinin geri dönüş hakkının takip edilmesi yönünde daima kendi tutumundan vazgeçmesi ve bu konudaki eylemsizliği Bakü yönetimine yeterli motivasyon vermektedir. “Ermenilerin zorunlu yer değiştirmeleri” ve onların mülkiyet haklarının ayaklar altına alınması ve onların Karabağ’daki tarihi ve dini kalıntılarının “kültürel soykırım”a maruz bırakılması başta olmak üzere Karabağ’daki son bir yılda vuku bulan gelişmeler uluslararası hukukun uygulanması zorunlu olan kuralları ve ayrıca Bakü ve Erivan’ın da üye oldukları 1965 tarihli uluslararası ırkçılığın önlenmesi konvansiyonu çiğnenirken; Ermenistan’ın bu doğrultuda Bakü’ye kaşı Ululararası Ceza Mahkemesi nezdinde şikayette bulundu ki mahkemenin Bakü’nün haksızlığına dair kararı ve bundan daha önemlisi de Ermenilerin güven içinde geri dönüşlerinin talep edilmesi ise öngürülebilir.

Karabağ’da yaşanan etnik temizlik sürecinde, 500 cinsel tecavüz vakası, zorunlu istikrarsızlık ve katliamlar gerçekleşti ki Paşinyan hükümetinin siyasi nedenlerle pek de rağbet göstermediği bunların görüntülerini belgeselleştirmesi durumunda Bakü yönetiminin sorumluluğu ve Tel Aviv ve Türkiye yönetimiyle işbirliği yapmasına dair hukuki davanın ceza davasına dönüşmesine neden olacaktır. Uluslararası Ceza Mahkmesinin salahiyetinin Erivan hükümetince kabul edildiğini dikkate alarak sözkonusu dava bu mahkemede ele alınabilir ve bu mahkeme, savaş suçları ve soykırım faili olan Bakü, Türkiye ve Siyonist İsrail yetkilileri ve komutanların ceza kovuşturmasına tabi tutulacaklar. Ermenilerin Karabağ’da etnik temizliği, 1966 tarihli Uluslararası Ekonomi ve Sosyal Mutabakatında de açıkça vurgulandığı mülkiyet hakkının çiğnenmesine neden olacağı gibi bu konu Erivan yönetiminin Bakü’ye karşı UCM’de daha önce şikayette bulunduğu sürecini de etkileyeceği gözlerden kaçmıyor. Tabi ki bu şikayetlerin temelinde Uluslararası Irkçılığın Önlenmesi Konvansiyonu yatmakta. Öte yandan 1948 tarihli BM Soykırımın (Genocide) Suç sayılması ve Önlenmesi Konvansiyonu uyarınca da şikayette bulunmak da mümkün.

Öte yandan Karabağ’daki yerli Ermenilerin kültürel, dini ve tarihi eserlerinin mahiyetinin değişmesi ve tahrip edilmesi sürecinin başladığı konusunda ispatlanmış ve mevcut olan kesin verilere göre silahlı çatışmalarda kültürel eserlerin korunmasına dair 1954 tarihli Lahey konvansiyonun çiğnenmesi ve yine bu çatışmalarda UNESCO tüzüğü ve kültürel ve tarihi eserlerin korunmasına dair BM Genel kurulu ve Güvenlik Konseyinin bildirilerinin çiğnendiği anlaşılıyor.

Avrupa Parlamentosu’nun Bakü yönetimine karşı Ekim 2023’deki sert bildirisinde Karabağ’a BM ve UNESCO heyetinin gönderilmesi zarureti vurgulanmıştır. Bu konu İran’da elitler başta olmak üzere genel bir talebin bulunduğu söylenebilir, nitekim son otuz yılda Azerbaycan Cumhuriyeti’ndeki diğer bölgelerde vuku bulan olaylar dikkate alınarak Bakü’nün Karabağ’da bulunan İran uygarlığına ait kültürel, tarihi ve dini kalıntılarını sistematik olarak yok etmeye çalışıyor ki Bakü’nün Şuşi camisi’ndeki eserlere dokunması “kültürel soykırm” örneği sayılmaktadır.

Bakü yönetimi Paşinyan hükümetinin pasif yaklaşımlarını dikkate alarak Ermenilerin Karabağ’dan zorunlu çıkarılmalarının Erivan ile hukuki münakaşaya dönüşmesini önlemeye çalışıyor zira Aliyev hanedanının bu konudaki hukuki sorumluluğu ve kusuru ispatlanabilir. Bakün’ün Erdoğan’ın Nisan 2014 tarihinde Ermeni soykırımını “tarihi dert” olarak nitelemesi ve kurban ailelerine başsağlığı dilemesi ve bu olayın insanlık dışı sonuçlarının olduğunu belitmesine rağmen yüz yıldan fazla zamanın geçmesine rağmen Osmanlılarda 1915 Ermeni katliamından dolayı Ankara’nın özür dilemesini talep ettiği, dava dosyasının siyasi ve hukuki sonuçlarının farkındadır.

Bu yüzden de İlham Aliyev, Ankara’nın Erivan aleyhindeki diğer aşırı taleplerinin yanında, Erivan ile gelecek barış anlaşmasında öngürülen “Ermenilerin Karabağ’a dönüşü ve onların hakları ve güvenliği” planının hayata geçmesinin önlenmesi zaruretine vurgu yaparak böyle bir planın gündeme gelmesi halinde Azerilerin Ermenistan’a geri dönüşü (Yerazlar) konusuna önem verilmesine dikkat çekti. Şunu da unutmamak gerekir ki; bu konu Ermenilerin Karabağ’a karşılık değil de; “Bakü, Sumkayit, Gence, Şamahi ve Nahcivan”dan sürülmüş Ermenilerin geri dönüşüne mukabil, Yerazların Ermenistan’a dönüşü hukuki açıdan ele alınabilir. Gerçi Karabağ tarih boyunca bir bakıma özel hukuki statüye sahipti ve 1994 ila 2020 tarihleri arasında 26 yıllık Karabağ Barış müzakereleri sırasında Azerbaycan Cumhuriyeti yetkilileri (Haydar Aliyev ve İlham Aliyev) Lisbon’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatına üye ülke liderlerin 1996 tarihindeki oturumda yayınlanan bildiri ve Madrid, Astana, Prag ve Kivest olarak bilinen müzakereleri sürecine ilişkin belgelerde öngürülen onların güvenliği ve haklarının garanti edilmesi yönünde Karabağ’a yüksek düzeyli özerklik tanınması hakkında açıkça ve yazılı olarak taahhütte bulunmuşlar.

Bir bakıma Aliyev ile eşgüdümlü olarak algılanabilen Paşinyan’ın batı yanlısı hükümetinin sık sık yanlış hesaplamalar ve ihmalkarlığı gözönüne alındığında Bakü ve Ankara’nın, Erivan’dan daha fazla imtiyaz almak ve Ermenilerin Karabağ’a dönüşünün gündemden çıkarılması için umutlanmalarını sağladı, ancak gerçek şu ki bu gibi ciddi gelişmeler zaman aşımına uğramayacak ve bir bakıma geleceğe dönük kriz yaratacağı anlaşılıyor. Doğal olarak bu konunun çözümsüz kalması Kafkasya bölgesinde güvensizlik ve kriz yaratılması ve büyük güçlerin bundan suistimal edebilecekleri ortamını sağlayabilir. Ancak bu meselenin çözümünün en iyi yolu; Karabağlı yerli Ermenilerin kayıtsız şartsız ve güvenli bir şekilde kendi ev ve barklarına geri dönüşünün sağlanmasıdır. Aslında başta Avrupalı ülkeler ve hatta İran olmak üzere birçok ülke bu konuda ortak bakış açısına sahipler.

Şunu da unutmamak gerekir ki, İran’ın Kafkasya’daki şartlara yönelik tarihi farkındalığını dikkate alarak, Karabağ Ermenilerinin kendi ev ve barklarına geri dönüşü ve bunun bir yansıması olan hakları ve güvenliğinin sağlanması zarureti konusunda diğer ülkelerden daha fazla kalıcı barışın temelini oluşturduğunun farkındadır. Bu yüzden Tahran, İslam İnkılabı Rehberi’nin 2020’deki uzak görüşlü ve aydınlatıcı beyanatları kapsamında Karabağ Ermenilerinin güvenliğinin Azerbaycan Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünün yanında garanti edilmesi zaruretine vurgu yaptı. Bu da bir gerçek ki “yerli halkın güvenliği”nin hukuki bir çerçeve olmadan sağlanması imkansızdır. Karabağ yerli Ermenilerin Azerbaycan Cumhuriyeti hakimiyeti altında özerklik kapsamındaki varlığı ile bu ülkenin toprak bütünlüğü arasında hukuki açıdan herhangi bir aykırılık arz etmemektedir.

Karabağ’ın ve yerli halkının özerklik konusundaki yasal statüsünün diğer azınlıkların haklarıyla bu hakların reddedilmesi hedefiyle karşılaştırılması; “Eski Sovetler Birliğinin çökmesinden önce ve sonrasında Karabağ’ın özel tarihi şartları”, “Bakü yönetiminin 26 yıllık barış müzakereleri sürecindeki eski taahhütleri” ve “azınlık haklarıyla yerli halkın hakları arasındaki farklılığı gibi üç nedenden dolayı mantıklı, bilimsel ve hukuki bir gerekçe sayılamaz. Bu kıyaslanma aslında hukuk dışı ve daha çok siyasi yaklaşımla ve bu bölgede etnik temizlik için Bakü’nün tavrının güçlenmesi Aliyev hanedanının 30 yıllık etnikçilik yaklaşımlarının örtbas edilmesi yönünde gerçekleşmiştir.

Gerçek şu ki Bakü, Türkiye destekli ve Londra-Siyonist cephenin piyonluğunu yapan bir devlet olarak kendi lobileri aracılığıyla gelişmeleri ter yüz gösterip gündemi saptırmakla Ermeni halkını Karabağ bölgesinden zorunlu olarak göçe zorlamasının ardından, Neo-Osmanlı ve Siyonist planı ve Karabağ’da demografik yapısını değiştirmeye yönelik planı ciddiyetle takip ediyor. Aslında 2020 yılından sonraki gelişmeleri dikkate alarak, Siyonizmin bölgesel ve küresel çaptaki girişimleri, Siyonistlerin Karabağ’da yerleştirilmeleri konusu Aliyev hanedanı tarafından ciddiyetle takip ediliyor. Tabi Haydar Aliyev’in 1999’da İsrail rejiminin petrol ihtiyacını Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinden her ne şekilde olursa olsun temin etme taahhüdünde bulunmasına benzer, bu konunun İlham Aliyev’in 2020 yılındaki savaş sırasında Telaviv rejiminin himaye edilmesine yanıt olarak bir çeşit yükümlülüğe dönüştüğü tahmin ediliyor.

Bu da bir gerçek ki, Tekfirci İhvanı’nın Karabağ dışında serbest bırakılan topraklarda iskan edilmeleri ve Siyonizmin Karabağ’da (Ermenilerin yerine) yerleştirilmelerine dair Neo-Osmanlı ve Siyonist stratejisi takip ediliyor. “Arjantin’in Patagonya” bölgesinde “ikinci İsrail” planının yenilgiye uğraması, İran yakınındaki Azerbaycan Cumhuriyeti ve Kafkasya cazibeleri, özellikle “İsrail Yahudi Ajansı” Sohnot bürosunun açılması ardından Karabağ’da “ikinci İsrail” planının hayata geçmesi İbrani-Batı-Neo Osmanlı akımının gündemindedir.

Karabağ’nın yerlisi sayılan Ermeni halkının adı geçen bölgeye geri dönüşünün güvenli bir şekilde yapılması, Bakü’nün rahatlıkla gözardı edebilecek bir konu değildir. Üstelik başta Kafkasya’daki gelişmeler olmak üzere Çocuk katili Siyonist rejimin Gazze’de küresel boyutta cinayet işlemesini dikkate alarak, Paşinyan yönetiminin bu konuyu ciddi olarak takip etmemesi ve en azından birlikte hareket etmemesi, Ermeni mültecilerin geri dönüşünün sağlanmamasına çalışıldığını dikkate alarak küresel çaptaki gelişmelerin gündemde olduğu bir dönemde Karabağlı grupların geri dönüş hakkına vurgu yapıyorlar. Ermenistan kamuoyu ise Azerbaycan Cumhuriyetinde yapay kimlik ve devlet altyapısının ırka yönelik nefret temeline dayandığının farkındadır, üstelik Karabağ’ın yerli Ermeni halkının haklarının gözardı edilmesi ve hakların feda edilmesinin etnikçi Bakü ve Ankara yönetimlerinin Ermenistan topraklarının parçalanması planının hayata geçmesini ciddiyetle takip etmeye zorlayacağının bilincindedir. Bu yüzden de onlar, Erivan’da hiçbir devletin bu haktan vazgeçmeleri konusunda yasal bir yetkisi olmadıkları bakış açısına sahiptir.

Başta Macaristan olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin Aliyev hanedanının gizli ve açık petrol imtiyazlarından illegal şekilde yararlandıkları bir dönemde, Avrupa Parlamentosu Ekim 2023 tarihli Bildirge’nin 5. Fıkrasında, Bakü’nün Karabağ halkının hakları, güvenliği ve refahının temin edilmesi ve bu konuda yanıt vermesi sorumluluğu altında olduğunu hatırlatarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nden “ülke topraklarına geri dönüş hakkı”; BM Bildirgesi ve tüm uluslararası insan ve insan severlik kuralları kapsamında Ermenilerin mülkiyet hakkı, şerefli ve bağımsız kimliğe dayalı hayat hakkı, onların medeni, kültürel, sosyal ve dini haklardan yararlanmalarını garanti etmesi ve resmiyete tanımasını” istiyor.

Brixit’li İngiltere dışında Avrupalıların 1918 tarihindeki uygulamalarına benzer tutum sergilemelerinin temelinde, NATO’nun Turan-i koridoru (sahte Zengezur koridoru) hayalini kafalarında taşımaları, onların Karabağ’ın etnik temizliğinin Türkiye Neo Osmanlı stratejisi’nin takviye edilmesine sebep olup, Avrupalıların sözde “Türk Cihan Hakimiyet” olarak bilinen plana tarihsel yönden olumsuz zihniyet taşımaları gibi nedenler yatmakta. Onlar ayrıca Pan-Türkizm ve Neo-Osmanlı planların takviye edilmesinin Avrupa’nın bazı bölgelerinde yeni güvenlik, siyasi ve jeopolitik sorunları yaratacağı bilincinde.

Tahran’da Kasım 2023’de 3+3 Formatı bildirisinde değinilen ve Tahran’ın da daima vurgu yaptığı Kafkasya’da kalıcı istikrar ve barışın sağlanmasını gerekli kılan sebepler, Bakü’nün Londra-Siyonist-Neo Osmanlı akımının planlarından olan “körü körüne bağlı kalma” politikasına son vererek kendi hakimiyetinin kaderini yabancı güçlerin oyunlarına bağlı kılmamasıdır. Bu bakımdan şu çözüm önerileri ileri sürülebilir:

  • Yürütülmesi Bakü, Tahran ve ayrıca Erivan ve bütün bölgenin yararına olan Aras Koridoru projesinin hayata geçmesinin ciddiyetle takip edilmesi ve buna bir araç olarak bakılmaması
  • Ermenilerin Karabağ’a dönüşüne Nefret uyandırıcı bakışıyla Etnikçi politikaların sona ermesi, Ermenilerin karabağ’a geri dönmeleri ve onların hakları ve güvenliğinin Azerbaycan Cumhuriyetinin toprak bütünlüğü kapsamında garanti edilmesi
  • Egemenliğin Siyonizm’e kiralanmasının bir örneği olan Bakü-Tel Aviv ilişkilerindeki mevcut duruma son verilmesi

  • (Üniversite’de Uluslararası Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi) Dr. Ahmet Kazemi
  • “Azınlıklar” ve “Yerli Halklar” kavramları hakkında daha fazla bilgi edinmek için “uluslararası İnsan Hakları Belgeleri’nde Azınlıklar kavramı” (Yazarı Dr. Ahmet Kazemi) kitabına bakınız.

SON