“Direniş Şehitleri”ni anma töreni düzenlendi. Erdebil Büyük Camii’nde düzenlenen “Aşura’dan Çaldran’a, Çaldran’dan Dirilişe” adlı etkinlik, Türkiye’deki etnikçi çevrelerde ve Azerbaycan Cumhuriyeti’ndeki Türk çevrelerinde tepkilere neden oldu. İlk bakışta bu tepkilerin sebebi, etkinlikte Ardebilili gençlerden birinin yaptığı şu açıklamalardan kaynaklanıyor: Ancak bu tepkilerin temelinde Erdebilili bir gencin açıklamaları yer almıyor. Sorunun asıl kaynağı ise bir şahsın ifadeleri bile olsa algısal ve bilişsel mücadeleler sürecinde siyasi görgü konusunda bazı iddia sahiplerinin her zaman önünde yer alan İran kamuoyunun ve tarihsel bakış açısının perspektifinden bakıldığında, davranış pratiği açısından Türk ve Azerbaycan Cumhuriyeti çevrelerinin bu konuda itiraz etme hakkı yoktur. Çünkü bu ülkelerde yıllardır iyi komşuluk gelenekleri ve siyasi ilişkiler terk edilmiş, resmi eğitim, hükümet alt yapıları oluşturma, onlarca İran karşıtı etnik teşekkülün faaliyetleri ortaya çıktı. İran’ın diplomatik aygıtlarının suskunluğu ve pasifliğinden rahatlayan bu kişiler, yalnızca İran İslam Cumhuriyeti’nin en üst düzey yetkililerine değil; aksine, İran topraklarına kimlik ve gurur verici çevreleri ve erdemleri etkiliyor, aşağılıyorlar veya el koyuyorlar. O Erdebili gencin ifadeleri olmasa bile, İran’ın son otuz yıldır tarihi veya dini alanda Kafkasya ve Anadolu bölgelerine yönelik gerçekleştirdiği diğer etkili girişimlerin veya Karabağ meselesinin deneyimleri… Bu gibi durumlarda siyasi kargaşanın genellikle Ankara ve Bakü çevrelerinden geldiği görülmektedir.
Gerçek şu ki, Çaldıran Savaşı’nı ve tarihi direnişi hatırlama ilkesinden rahatsızlar ve tedirgin içinde. O zaman akla şu soru geliyor: Osmanlı’nın topçu himayesiyle Çaldıran savaşında büyük bir zafer kazandığı bir dönemde, Türk çevreleri bu savaşın hatırasıyla neden acı duyuyor? Bu sorunun cevabı tarihsel, kimliksel ve Çaldıran Vatanseverlik Savaşı’nın İranlı ve dini açıdan da kendi içinde barındırıyor. Çaldıran savaşı, Azeri Türkleri, Kürtler ve Türkmenler de dahil olmak üzere şanlı İranlı erkek ve kadınların cesaret ve direnişine sahne oldu ve hepsi de önderleri Hz Ali’ye (as) başvurdu, vatanlarını korumak için canlarını bile feda ettiler. Çaldıran Savaşı, “köklü ve yerli bir İran etniği” olarak gerçek Azeri kimliğinin, yalnızca tarihsel, dinsel, kültürel, dilsel ve ırksal olarak “yerli olmayan Anadolu Türk kimliği” ile ilişkisi olmadığını, aynı zamanda bu olay Osmanlı İmparatorluğu hegemonyasına ve kimliğine duyulan bir istektir. Tebriz’in, Çaldıran savaşından sonra da olmak üzere mükerreren işgal edilmesi ve vahşi Osmanlı mütecavizlerin, Tebriz’deki Azeriler ve Ermeniler ile diğer İranlıların mallarına, canlarına ve ırzlarına yönelik saldırıları, Osmanlı din adamları, İranlıların bu tarihi tahmininin doğru olduğunu ortaya koydular. Zira İranlı Azerileri, kökleri Anadolu Türk Cephesi tarafından çarpıtılan Azerice dilini konuşmaktadırlar. Sözde Türk ailesiyle akraba olmadıkları gibi, bu işgalci halktan en fazla tarihi zararı görenler ve Osmanlıcılık düşüncesinin ilk kurbanları arasında yer alanlar da onlardır.
Bölgede ve uluslararası alandaki münasebetlerde yaşanan güncel gelişmelerde Çaldıran Savaşı’nı ve onun işlevlerini hatırlayarak, ve Erdebil Şehitliği’nde yatan şehitleri anmak Ankara ve Bakü’deki Türk çevreleri için daha da acı vericidir. Çünkü onlar, Pan-Turancılık ve İngiliz Masonluğunun jeopolitik hileleri biçiminde sözde “Türk dünyası” yaratmaya çalışıyorlar. Suriye, Irak, Ermenistan, İran, Rusya’nın Türk cumhuriyetleri ve Çin’in Sincan bölgesinin bölünmesi yoluyla “NATO Turan Koridoru”nun gerçekleştirilmesi, yerli bölgesel düzen ile Anglo-Sakson düzeninin kavşağındadır. İngiltere’nin Türkiye için bu piyonluk rolünün sevdası o kadar büyüktür ki, ülkenin günümüz resmi sınırlarına ilişkin 1923 Lozan Anlaşması’nı fiilen çiğnenmesinin yanı sıra, Suriye’de kendisi de terör örgütü olarak gördüğü Tahrir el-Şam’ı donatarak ve örgütleyerek, bugün İslam dünyasının kamuoyunun ve insanlığın vicdanı açısından bu ülke için hayati önem taşıyan tüm savunma gereksinimlerin karşılanamayacağı bir vaziyet yaratmıştır, altyapı, Suriye halkının sanayi ve iktisadi bölgeleri Siyonist rejim tarafından bombalanmakta, bir bölümü işgal edilmekte ve Suriye kesiminin terör örgütü hayata geçirilmektedir; ve Osmanlı mirasını isteyenler, Suriye’de zafer ve başarıdan söz ediyorlar ve aynı Osmanlı modelini kullanarak bunu Irak ve Mısır’a da yaymak istiyorlar.
Sözde “Türk dünyası”nın oluşturulması merkezli bu jeopolitik hülyasının önündeki en önemli engellerden biri, “değerli Azerbaycan-İran kimliği”dir; Bu nedenle Azerbaycan halkının direnişinin ve destansı yaratıcılığının parladığı Çaldıran savaşını anarak, Pan-Turancılık koruyucuları için rahatsız edici ve acı vericidir. Yıllardır bu büyük engeli, bazen Safevileri eleştirerek, bazen de çarpıtarak, kendi görüşlerine göre aşmaya çalıştılar. Böylece Şah İsmail Safevi’nin yaklaşımlarını ve Çaldıran Savaşı’nın kökenlerini çarpıtmak için Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi’nden (SOCAR) alınan parayla Türkiye’de üretilmesi gündeme geldi; ancak Erdebil’de yaşananlar gibi kendiliğinden meydana gelen halk hareketleri, binlerce yıllık tarihi bir bakış açısına sahip olan İran milletinin, bu sınırın ve bu toprağın düşmanlarının fitnelerine karşı koymada üstlendikleri görevin farkındalar.
Dr Ahmet Kazemi, Avrasya Kıdemli Araştırmacısı