Güney Afrika’nın Soykırımcı İsrail Rejiminin Gazze’de yaptığı soykırım suçu ve “Soykırım Cinayetinin Cezalandırılması Ve Önlenmesi Konvansiyon’un” (1948) ihlal edilmesinden dolayı 11 Ocak (hicri şemsi 21 Dey 1402) tarihinden itibaren Layhey’de Uluslararası Adalet Divanı nezdinde (ICJ) açtığı dava üzerine başlatılan yargılamaya yönelik onlarca ülkenin destekleri, dünya’da siyasi, hukuki ve sosyal çevrelerin gündeminde yoğun bir şekilde oturmasına neden oldu. Uzun yıllar devam edecek olan bu süreç, Nekbe Gününün yaşanması ve bunun ardından sahte ve illegal İşgalci İsrail rejiminin kurulmasından bugüne değin bu rejime karşı en büyük yargısal felaketin yaşanmasına neden olmuştur. Öyle bir süreç ki, birçok alanda İsrail rejiminin hukuki yönden yok oluşu sürecinin hızlanmasına neden olacaktır. Tabi ki bu konuda 10 önemli noktayı gözönüne alabiliriz.

Birincisi: Selefi “Uluslararası Daimi Adalet Divanı” olan “Uluslararası Adalet Divanı” yüz yıldan fazla geçmişe sahiptir ki verdiği tüm kararları ülkeler için bağlayıcılık güce sahip olan Birleşmiş Milletlerin yargısal altyapısını oluşturmaktadır. Nitekim bu mahkeme’de dava açmanın kolay olmadığı anlaşılıyor. Üstelik bu mahkeme’de ancak ve ancak dava taraflarının karşılıklı anlaşmasıyla ve “Divanın Zorunlu Salahiyeti’nin Kabulü” bildirisi olarak bilinen sözleşmenin yayınlanmasıyla bu dava açılabilir. Bunun dışındaki hallerde, Divan nezdinde sadece davacı (şikayetçi) ülke ve davalı ülke (müşteki), sözü edilen Konvansiyonun uygulanması ve yorumlanması konusunda herhangi bir ihtilafın ortaya çıkması halinde Uluslararası Adalet Divanına başvurulmasının zaruretinin ön görüldüğü Konvansiyona üye olmaları gerekir.

İkincisi: Güney Afrika ve Soykırımcı İsrail Rejiminin “Soykırım Cinayetin Cezalandırılması ve Önlenmesi Konvansiyon”a (BM tarafından 1948’de onaylanan) üyedirler. Güney Afrika adı geçen Konvansiyonun 9’üncü Maddesine istinat ederek yazdığı 84 sayfalık dava dilekçesinde, Irkçı İsrail’in Gazze’de El’Aksa Tufanı’ndan (7 Ekim 2023) sonra işlediği savaş suçunun açıkça Soykırım örneği olduğu ve bu konvansiyonun çeşitli hükümlerinin ihlali şeklinde nitelendirerek, bu Soykırımın derhal durdurulması, Gazze’de yeniden imar çalışmalarının başlatılması için tazminatın karşılanması ve Filistinli mültecilerin geri dönmelerinin sağlanmasını talep etti. Katil İsrail Rejiminin bugüne değin başta Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) olmak üzere uluslararası mahkemelerin salahiyetini gönüllü ve doğrudan kabul etmemiştir. Bu rejimin günümüze kadar izlediği tavırları uluslararası mahkemeler nezdinde sorumluluk kabul etmeme şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak halihazırda bu rejim “Hukuken Tuzağa” düşmüştür öyle ki, bu rejimin Başbakanı ve diğer yetkililerinin gösterdikleri yoğun tepkilerin, bu mahkemenin verdiği kararların hukuki ve siyasi sonuçlarından ne denli kaygılandıklarını gözler önüne seriyor.

Üçüncüsü: Güney Afrika’nın bu şikayetinin hukuki boyutunun yanı sıra 3 yönden de pratik öneme sahiptir: A) Şikayetin konusu, insanlığın genel vicdanını ağır şekilde zedeleyen Uluslararası Ceza Hukuku’nda “cinayetlerin en kötüsü” olarak nitelendirilen soykırım sayılmaktadır. 2. B) Bu şikayet aslında yıllarca Apartheid ve ırk ayırım kurbanı olan bir ülke tarafından yapılmıştır. C) 70 yıldan fazla sürede Holocaust olayını ileri sürmekle başta Almanya olmak üzere bazı batılı ülkelerden maddi tazminat almanın yanı sıra sözde “soykırım kurbanı” kılıfıyla Filistin topraklarında her çeşit cinayet işlemek ve askeri tecavüzlerde bulunduğu bir dönemde cinayet işleyen tarafa karşı bu şikayet yapılmıştır.

Dördüncüsü: Ağır hezimete uğrayan Soykırımcı İsrail Rejiminin Uluslararası Adalet Divanı’nın “yargılama sürecindeki hataları” olarak bilinen aşamada şikayetin ele alınmasındaki salahiyetini sorgu altına almakla, bu konuda ilk yargısal yenilgisini tecrübe etmiş bulunuyor.

Beşincisi: Divan’daki yargılama sürecinin uzadığını dikkate alarak, Güney Afrika’nın yazdığı dava dilekçesinde, askeri operasyonun durdurulması, operasyonun yeniden başlanmaması konusunda güvence verilmesi, Soykırımcı İsrail rejiminin soykırımla sonuçlanabilecek her türlü operasyonun önlenmesi yönünde pratik girişimlerde bulunması, Tel Aviv’in mevcut görgü tanıkların yok olmasını önlemek ve gerçekleri araştıran komite ile etkili işbirliğinin yapılması, çocuk katili İsrail rejiminin yukarıda belirtilen durumlar hakkında yaptığı girişimler hakkında mahkemeye rapor vermesi ve söz konusu mahkemede mevcut ihtilafların uzatılmasını ve her türlü çözüme ulaşılmasını zorlaştıracak süreç konusunda girişimlerden kaçınması başta olmak üzere, 9 konuda geçici yürütmenin durdurulması (ihtiyati tedbir kararı) kararının verilmesini istedi. Bu da bir gerçek ki, Uluslararası Adalet Divanı tarafından ihtiyati tedbir kararının verilmesi ihtimali var. Tabi bu konu bu rejim ve bölgedeki müttefikleri olan Amerika ve İngiltere için saldırıların devamı konusunda ciddi sorunlar yaratacaktır. Öyle ki uluslararası mahkemenin “Lagrand Kardeşleri” davası gibi bazı davalara yönelik bir takım konulara vurgusu ayrıca BM bildirgesinin 94’üncü maddesinin yorumlanmasına yönelik yaklaşımını dikkate alarak, “Divan kararları” gibi ihtiyati tedbir kararları tüm taraflar için bağlayıcı etkisi vardır. Bu konu bu rejimi destekleyen ülkelerin, dünya kamuoyunun Siyonist karşıtı baskıları neticesinde artmasına sebep olacak.

Altıncısı: Bundan önce Uluslararası Adalet Divanı “Soykırım Cinayetin Cezalandırılması ve Önlenmesi Konvansiyonu” kapsamında Bosna Hersek’in Sırbistan ve Montenegro aleyhine açtığı dava (2007) ve Ukrayna’nın Rusya’ya karşı açtığı dava’nın (Şubat 2022) yanı sıra Rohingyalı müslümanlara karşı soykırım cinayeti işlemesi konusundaki Gambiya’nın Miyanmar’a karşı açtığı dâva’ya (2019) bakmıştır. Lahey mahkemesi Rohingyalı müslümanların soykırıma maruz kalmaları konusunda (Ocak 2020’de) yürütmenin durdurulması kararının yanısıra, Temmuz 2022’de Miyanmar’ın Rohingyalı müslümanların soykırıma maruz kaldıkları dava dosyasındaki hataların giderilmesi yönündeki talebini reddetti. Söz konusu dosyaların incelenmesine yönelik dava süreci hala sürüyor; ve sadece “Srebrenitsa soykırımı” dâva dosyası ise kapanmış durumda. Bosna Hersek’in Sırbistan ve Montenegro aleyhindeki davada (2007) Lahey mahkemesi, Sırbistan devletinin uluslararası sorumluluğunun ıspatlanmaması ve cinayetin işlenmesinin devlete yönelik ileri sürülmemesine rağmen sadece Srebrenitsa’da müslümanların soykırımdan geçirilmeleri olayını temelden kabul etti ve aynı zamanda Sırbistan’ın Srebrenitsa’da müslümanların soykırımının önlenmesi için 1948 tarihli konvansiyon kapsamındaki yükümlülükleri yerine getirmediği kanısına vardı. Nitekim “Eski Yugoslavya Uluslararası Özel Ceza Mahkemesi” ise 2017’de Yugoslavya savaşında (1992-1995) Sırpların komutanı “Balkan Kasabı” lakabıyla bilinen “Radko Miladiç”ı Bosna Hersek müslümanlarına Soykırım uygulamasından dolayı müebbet hapis cezasına çarptı. Soykırımcı İsrail rejiminin yetkililerinin Gazze’yi yok edecekleri ve Gazze’de soykırım cinayetinin boyutlarına itiraf etmeleri, Srebrenitsa soykırımından hayli daha korkunçtur ve gelecekte uluslararası mahkemenin hukuken bağımsızlığının sürmesi halinde bu rejimin mahkum olması şimdiden ön görülebilir. Tel Aviv rejimi ve Amerika’nın Gazze topraklarının bir kısmından geri çekilmelerine dair tavırları, bu olay ve ayrıca dünya kamuoyunun baskılarından kaynaklanıyor. Amerika’nın Yemen topraklarına saldırısının Lahey’deki mahkemenin ilk duruşmasına denk gelmesi, Soykırımcı İsrail rejimi aleyhine yürütülen şok edici haberi ile kamuoyunu saptırmaya çalışıldığını gözler önüne seriyor.

Yedincisi: Irkçı İsrail rejiminin batı medyasının propagandasından faydalanmanın yanı sıra siyasi çalkantılar ve “Meşru Müdafaa kuralına” gayri meşru yollarla başvurup, özel yargıca başvurma hakkı (Ad Hoc) ve İngiliz Avukat “Malkom Şav” gibi ünlü hukukçulardan yararlanılması gibi Divanın hukuki potansiyelinden azami şekilde yararlanmakla Divanı kendi etkisi altına almaya çalışıyor. Divanın geçmiş faaliyetlerinde temkinli yaklaşımın görüldüğünü dikkate alarak bu uluslararası mahkemenin siyasi amaçlarla karar verdiği hiç görülmemiştir. Diğer yandan Gazze savaşı sırasında önde gelen hukuki kurumları ve yüzlerce hukukçunun da onayladığı Soykırımcı İsrail rejiminin Gazze’deki Filistinli ulusal, ırksal ve etnik kesiminden birçoğunun yok edilmesi amacıyla soykırım cinayetinin işlendiği açık bir şekilde görülüyor .

Sekizincisi: Uluslararası Adalet Divanı’nda Soykırımcı İsrail rejiminin işlediği soykırım cinayeti davanın görülmesi bir başka açıdan da ele alınabilir. Bu dava katil İsrail rejiminin üst düzey yetkililerinin “Uluslararası Ceza Mahkemesinde” cezalandırılmaları sürecinin ciddiyetle takip edilmesini etkileyecektir. “Uluslararası Adalet Divanı” devletler arasındaki davalar ve devletlere karşı kararlar verme salahiyetine sahip olduğunu dikkate alarak, “Uluslararası Ceza Mahkemesi” ise başta ülke yetkilileri olmak üzere şahıslara karşı cezai hükümler veriyor. Soykırım konusu Uluslararası Ceza Mahkemesinin bakmakla görevli olduğu (askeri tecavüz cinayeti, beşeriyete karşı cinayet ve savaş suçu) küresel çapta dört cinayetten biri sayılıyor. Tunus Avukatları Ulusal Birliği ve binlerce avukatın ve dünya kamuoyunun Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısına karşı şikayeti ve baskıları üzerine Benyamin Netanyahu’nun da dahil olduğu Soykırımcı İsrail rejimi liderlerine karşı dava süreci, Kasım 2023 tarihinden itibaren söz konusu Divan’da başlatılmıştır. Filistin 2015’de Uluslararası Ceza Mahkemesine üye oldu ve bu mahkeme 2021’de Ceza Yargılama Usulü’nün Gazze, Ürdün Batı Yakası ve Doğu Beytülmukaddes’i kapsadığına karar verdi. Bu yüzden de sözkonusu Divan başta Netanyahu, Galant ve Beni Gants gibi Soykırımcı İsrail rejiminin ele başlarını Filistin milletine karşı soykırım ve savaş suçu işlemelerinden dolayı Ceza yargılama takibi salahiyetine sahiptir. Netice itibarıyla Tel Aviv rejimi gelecekte uluslararası alanda cinayetler işlemek kapsamında iki önemli hukuki ve Ceza dosyalarıyla karşılaşacaktır ki bu rejim için ağır sonuçları da beraberinde getirecektir.

Dokuzuncusu: BM bildirgesinin 94. Maddesine göre, Uluslararası Adalet Divanının verdiği kararların uygulanmaması halinde davanın karşı tarafı BM Güvenlik Konseyine şikayette bulunabilir ve konsey ise bu konuda karar verebilir. Bu da bir gerçek ki geçmişte olduğu gibi Amerika, Güvenlik Konseyinde Soykırımcı İsrail rejimini mutlak surette destekleyeceği tahmin edilebilir, ancak bu rejimin uluslararası mahkemelerde hukuki yönden mahkum olması bir taraftan, Siyonist karşıtı cephenin meşruiyeti ve onların uygulamalarını güçlendireceği ve diğer yandan kamuoyu nezdinde desteklerinin devamında Tel Aviv müttefikleri için bir takım sorunlar yaratacağı kaçınılmazdır. Soykırımcı İsrail rejimi müttefiklerinin bu arada Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin Tel Aviv rejiminin işlediği cinayetleri askeri, siyasi ve maddi yönlerden doğrudan ve yoğun şekilde desteklemeleri ve Bakü yönetiminin bu rejimin petrol ve erzak gibi ihtiyaçları ve rejim ordusunun yakıtını karşıladıklarını dikkate alarak, uluslararası alanda cinayetlerin işlenmesi zemininin sağlanması nedeniyle hukuki ve ceza takibine maruz kalacakları anlaşılıyor.

Onuncusu: Son olarak gelecekte El’Aksa Tufanı ve Soykırımcı İsrail rejiminin cinayetlerinden sonra bu rejimin asıl imajı hakkında dünya kamuoyunun ilk uyanış dalgasının ardından Soykırımcı İsrail rejimince Filistinlilere karşı soykırım cinayetinin “Uluslararası Adalet Divanı” ve “Uluslararası Ceza Mahkemesi” nezdinde karara bağlanmasının her aşamasında ikinci uyanış dalgası ve bu sahte rejimin ikiyüzlülüğü hakkında dünya kamuoyunun bilinçlenmesi bir taraftan, bu rejimin kendi gayrimeşru varlığını 75 yıl önce gerçekleşen “soykırım kurbanı” kılıfıyla dünya kamuoyu nezdinde gizlemesi ve diğer yandan, 21’inci yüzyılının en büyük soykırım cinayetini işlemesi gibi olaylara tanık olunacaktır. Tabi ki bu süreç, Soykırımcı İsrail rejiminin hukuken yok olması sonucunu doğuracaktır ki, bu rejimin askeri hezimetlerin yanında tamamen ortadan kaldırılması sürecini hızlandıracaktır./

* Dr. Ahmet Kazimi, Üniversite’de Uluslararası Hukuk Dalında Öğretim Görevlisi